Peter Collins’e Göre Analoji Sınıflaması

 

Peter Collins “Changing Ideals in Modern Architecture” adlı kitabında Mimarlıktaki Analojileri 4 sınıfa ayırmıştır (Colins, 1965).

 

1- Biyolojik Analojiler   2- Mekanik Analojiler   3- Gastronomik Analojiler   4- Linguistik Analojiler

   
       
       
       
       
   

 

1. Biyolojik Analojiler 

 

“Organik” görüşün tarihçesi çok eskilere dayanır. Linneaus'un Species Plantarum (1753) adlı yapıtında sebzeleri dişi üretim organlarına dayalı olarak sınıflaması belki de insanlık tarihindeki ilk organik sınıflamadır. 

Buffon Okulu’nun kurucusu olarak anılan Buffon, Histoire Naturelle' inde (1749) taihte ilk kez “evrim” görüşünü ileri sürerken aslında özgün bitki tiplerinin sayılı olduğunu ve diğer bitkilerin onların dejenerasyonundan türediğini savunmuştur. İlk kez “biyoloji” sözcüğünü kullanan Lamarck evrimde çevrenin önem ve etkisini vurgulamıştır. Buffon ve Lamarc evrimin çevreye dayalı olduğunu savunurlar. 

Organik sözcüğünü ise ilk kez Xavier Bichat, Physiological Researches on Life and Death (1800) konulu araştırmasında hayvan iskeletlerinin simetrisinden söz ederken kullanmıştır. 

Ünlü bir şair olduğu kadar aynı zamanda ünlü bir bilim adamı olan Goethe "morfoloji" biçimin konusudur der. Yaşamanın dinamik ve sürekli bir olay olduğu tartışmasını başlatır. Yaşam/Büyüme, Esneklik/Değişim kavramlarıyla ilişkilidir. 

Diğer taraftan Jacob Schleiden (1850) ve 50 yıl sonra Herbert Spencer (1898), biyolojik çalışmaları ile Frank Lloyd Wright'ı etkileyen düşünürler olmuşlardır.

1850' lerde fiziksel antropoloji, morfoloji ve karşılaştırmalı anatomi gelişmekte olan bilim dallarıdır. "Biçim mi işlevi izler" ya da "işlev mi biçimi izler" tartışması o sıralar bile gündemdedir ve bu tartışma 50 yıl kadar daha devam etmiştir. 

Botanikteki ve biyolojideki tartışmaları: "İçteki programa göre mi, yoksa dıştaki ortama göre mi şekil alıyoruz? (İç ona göre şekil alıyor, değişiyor, gelişiyor şeklindedir). Bu tartışmaya modern mimari tartışmalarında da rastlanmaktadır. 

Bir grup tartışmacı işlevin her değişiminin organın değişimine sebep olduğunu iddia ederler. Onlara göre ilk insanlar toplamacılıktan tarıma geçerken, vücut, el ve iskelet yapılarında değişime uğramışlardır. Bu tartışmanın sanata uyarlaması ise; Biçimin nasıl oluşturulacağı, biçime nasıl işlev kazandırılacağından  daha önem kazanmasıdır. Biçimi oluşturan dizimsel kavramlar daha önemli yer tutmaya başlamıştır. 

Organik kavramının sanata ve mimariye uygulanması amatör bir biyolog olan Samuel Taylor Coleridge’i beklemiştir. Ona göre Organik Biçim; doğal olan, sonradan dış kalıp ve baskılarla verilmeyen, geliştikçe şekillenen, gelişme süreci tamamlandığında kusursuzlaşan biçimdi. Herbert Spencer’lardan Raymond Unwin ve F.L. Wright’lara kadar çok insanı etkileyen, sanat-mimari ürünlerinin oluşumlarını açıklamaya yarayan biyolojik analojiler bir yandan “Biçim mi işlevi izler, işlev mi biçimi izler?” gibi 20. Yüzyıl kuramsal tartışmalarını gündeme getirirken diğer yandan da doğal ve sosyal değişimlerin kent ve mimarideki değişimlerle iç içe olduğu inancını pekiştirmiştir . 

Wright'ın "In the Cause of Architecture  (1914)" adlı makalesinde organik mimarlık ile anlatmak istediği: Varoluş koşulları ile ahenk içinde, içten dışa doğru gelişen bir mimaridir. 

Organik mimarlık, “bir yapının gerçeğinin, iç mekanında olduğunu savunan mimarlık akımıdır. Organik mimarlıkta yapı, bir heykel gibi dıştan değil de iç mekanı ile önem kazanır. Yapı, çeşitli özellikleri olan ayrı ayrı hacimler kompozisyonu olmak yerine, içinde yaşayacak insanların eylemlerinin ön plana geçmesini anlatacak biçimde yaratılır. Organik mimarinin ana düşüncesini M.Ö. 6. Y.Y.’da yaşamış olan Çin filozofu Lao-Çe ortaya koymuştur. Sullivan’a göre organik mimarlık ‘bir binanın, onu kullananların gereksinme ve isteklerine yanıt verebilecek tarzda biçimlendirilmesi’ dir. Organik mimarlığı simgeleştiren, F.L.Wright’tır. Kendisi ‘naturalist’ olarak ta tanımlanabilir. Gropius ve Rohe’nin soyut mimarilerine karşılık Wright’ın sanatı, yapıların doğa ile bütünleşmesini sağlamak ve çelik, beton gibi mamul gereçler yerine doğadan sağlanan taş ve ahşabı kullanmaktan ibarettir. F.L.Wright, organik mimarlığın yaratma ilkelerini 1908 yılında şöyle saptamıştır :       

·      Sadelik

·      Üslup kavramının reddi

·      Yapının tasarımının doğadaki gibi organik olması; doğadaki biçimlerin güzelliklerinin gizine varılması

·      Doğal biçimler ile uygun renklerin kullanılması ve bunların çevreyle uyumunun sağlanması

·      Gereçlerin karakterinin olduğu gibi gösterilmesi

·      Her modanın dışında, yapının kendisine özgü bir karakterinin olması. 

Turani, Wright’ın organik mimarlıktaki amaçlarını ‘dogal çevreye uyum’ ve ‘doğal malzemeye saygı’ olmak üzere iki ana başlık altında toplamıştır.           

Bruno Zevi, 1950 yılında yayımlanan “Bir Organik Mimariye Doğru (Towards An Organic Architecture)”, adlı kitabında, mimarlığı başlıca Organik ve İnorganik mimarlık olmak üzere iki kategori halinde sınıflandırır.

           

Organik Mimarlık

·      Biçimsel saflık

·      Sezgisel duyumların ürünü

·      Sezgisel imgelemenin eseri

·      Doğa ile yakından ilişki

·      Özel çözümler arayan

·      Form çeşitliliğine yönelmek

·      Gerçekçilik (Realizm)

·      Doğalcılık

·      Düzgün olmayan (İrregular) formlar (Ortaçağ)

·      Yapı; bir bitki veya diğer bir yaşayan organizma gibi, kendi bireysel varlığının ve özel düzeninin yasalarına uygun olarak gelişen ve kendi fonksiyonları ve çevresiyle uyum halinde olan bir varlık gibi

·      Dinamik formlar

·      Geometriden bağımsız formlara dayalı

·      Makul güzelliğin, sağ duyunun ürünü (Yerel Mimarlık) dür.

Bruno Zevi, söz konusu çalışmasında A.B.D.’de gelişen, Louis Sullivan’ın öncülüğünü yaptığı ve F.L.Wright tarafından geliştirilen ‘Organik Mimarlığın’ açıklamasını yapmayı amaçlamıştı. Giedion da, mimarlıkta, Zevi’nin sınıflaması gibi bir tutuma yönelir.           

“Tarih boyunca iki farklı akım görülür. Birincisi Rasyonel ve geometrik, ikincisi ise İrrasyonel ve organik. Çevrenin oluşması bu iki farlı yolla gerçekleşmiştir. Erken veya geç, bütün kültürlerde bu zıt yaklaşımlar görülmüştür. Günümüzde de çağdaş resim ve çağdaş mimarlıkta, organik ve geometrik tutumların farklılığı görülür; kimse birinin diğerine olan üstünlüğünü iddia edemez: Sanatçı, kendini mutlu eden bakış açısına ve izleyeceği yola göre seçme hakkına sahiptir”.           

Herbert Read de, bütün sanat tarihi boyunca söz konusu iki karşıt tip sanatın beraberce yaşadıklarını belirttikten sonra şöyle der: “Mısır sanatında organik ve geometrik sanat yan yana yaşar; geometrik sanat rahiplerin, organik sanat halkın sanatıydı”.           

Zevi’nin sınıflandırmasındaki maddeler incelendiğinde de, organik mimarlığın halkın yerel mimarlığının doğallığına, içtenliğine, gerçekliğine, sadeliğine vb. dayandığı görülebilir. 

Organik Mimarlık örneklerini uzaklarda aramaya gerek yoktur. Akçaabat ve Safranbolu gibi pek çok eski yerleşmeler, organik mimarlık öğelerinin, sağ duyunun, makul güzelliğin, doğalcılığın, doğa ile yakından ilişki... gibi öğelerin görüldüğü yerel mimarlık örnekleri olarak verilebilir.           

Yerel Mimari örneklerinde görülen organikliğe tarihin her döneminde rastlamak mümkündür. En eski uygarlıklar incelendiğinde, şehir planları, tapınaklar, konut ve sosyal yapılarında organiklik hemen göze çarpmaktadır.