Peter Collins’e Göre Analoji Sınıflaması

 

Peter Collins “Changing Ideals in Modern Architecture” adlı kitabında Mimarlıktaki Analojileri 4 sınıfa ayırmıştır (Colins, 1965).

 

1- Biyolojik Analojiler   2- Mekanik Analojiler   3- Gastronomik Analojiler   4- Linguistik Analojiler

   
       
       
       
       
   

 

4. Linguistik Analojiler

 

“Dil; düşünce, duygu ve isteklerin bir toplumda ses ve anlam yönünden ortak olan öğeler ve kurallardan yararlanılarak başkalarına aktarılmasını sağlayan, çok yönlü, çok gelişmiş bir dizgedir”. 

Mimarlıkta dil, bir benzetme-analoji yoluyla da olsa 18. yy’dan beri başvurulan bir kaynak olmasına rağmen, bugün mimarlığın bir dilsel kategori olarak ele alınışı kısa bir geçmişe sahiptir.

Modern mimarlar oligarşiyi, monarşiyi reddetmişler ve eski düzeni yıkmaya çalışmışlardır. Belki de organizma yaşamı ve makineler ile yapılan analojilerin sahip olduğu bilimsel çekiciliğe gereksinme duyduğu için, 18. yüzyılın ortalarından 19. yüzyıl ortalarına kadar görülen mimarlık ve dil arasındaki analoji son yıllarda yine oldukça popüler olmuştur. 

Tarihçi Giambattista Vico 18. yüzyıl ortalarında bütün sanatların bir üstdil olduğunu söylemiş, sanat ve mimarlığı bir anlatım aracı olarak yorumlamıştır.  

20. yüzyılın ortalarında bir sanat filozofu olan Bruce Allsopp, "Art and the Nature of Architecture" adlı kitabında R.G. Collingwood' un estetik kuramını mimarlığa uyarlamıştır. Bundan sonra mimarlık felsefesinde dilbilimsel (linguistik) analojileri görülmeye başlanmıştır. Dilin biyolojik ve mekanik analojilere bir üstünlüğü vardır. Bu analojiler insan duygularını vurgulamazken, linguistik analojiler, bir anlatım aracı olarak kullanıldıklarından, yapı ve insan dışavurumunu, duygulanmayı daha iyi açıklamaktadırlar. Mekanik ve Organik Analojiler, yapı ve işlevin doğasına ilişkin açıklamalarda bulunur. Estetik sorunlar ve binanın doğru olmasıyla ilgili kavramlar kullanmışlar, fakat güzeli anlatmakta kavramları yeterli olmamıştır. 

Dil ve mimarlık arasındaki belli belirsiz analojiler 17. yüzyılda da bulunabilir. Örneğin Vitruvius' u ilk çeviren kişi Perrault (1685) çevirisinde Vitruvius' un 0 (sıfır) yılında anlamsal uygunluktan söz ettiğini göstermiştir. 

1747' de Charles Batteux "The Fine Arts Reduced to a Single Principle (tek bir prensibe indirgenen güzel sanatlar)" adlı kitabında mimarinin resim ve heykelden ayrı tutulması gereken bir güzel sanat olduğunu belirtir. Kitapta, mekanın insan izlenimcisi üzerindeki etkisinin olmadığında, insanın kendi algı-biliş şeması açısından olaya baktığını belirtir. Batteux bu kitabıyla Rönesans felsefesini çok etkilemiştir. 

18. yüzyılda Fransızlar linguistik analojiyi kullanırlar. Örneğin, Germain Boffrand "Book on Architecture (1745)" adlı kitabında Horace' ın Arts Poetica' sını (şiir sanatı) yorumlar ve "sözde-dilde sözcük neyse, rölyefler ve yapıyı tanımlayan diğer öğeler de odur" der. Benzer olarak; Quatremére de Quincy, Mısır Mimarlığı üzerine 1785' de yazdığı kitapta, mimarlığın keşifleri ile dilin keşiflerinin benzer olduğundan bahseder. İkisinin de tek bir kişi tarafından yaratılması mümkün değildir. Önemli olan her ikisinin de halk arasında nitelikli bir yer tutmasıdır. 

19. yüzyılın ilk yarısında, dilbilimsel analojilerin özellikle popüler olduğu görülür. James Elmes, "Lectures in Architecture' ında (1821) "Bir ırkın diğerini taklit edebilmesi için iki yol vardır." Der. Biri gerçek diğeri sahtedir. Gerçek yol taklit edilemeyen, benimsenen yoldur. Bu yol diğer kültürlerde alfabe gibi alınır. Bu taklit sayılmaz, benimseme olarak sayılır. 

William Burges, 1867' deki Architectural Association' daki konuşmasında "Şimdi zamanımıza uygun bir mimari dil arıyoruz, bir yılda üretemezsek üzülmemeliyiz. Çünkü dillerin aile ağaçları ve kalıtsallığı vardır. Son şeklini alması uzun bir süreçtir." demiştir. 

Mimarlık dergileri çoğaldıkça linguistik analojiler oldukça popüler olmuştur. 1843 yılında "The Builder" dergisinde linguistik analojilerle ilgili yazılara çokça yer verilmiştir. 

Linguistik analojilere ilk eleştiri James Fergusson' dan gelmiştir. "Historical Inquiry" (Tarihi Soruşturma) adlı kitabında, sanatta üç önemli kaygı olduğundan bahsetmiştir. Teknik, estetik ve fonetik (sesçil) (Fonetik: Ses-kulak ilişkisini gösteren bir kavramdır.) Dillerin ortaya çıkmasında fonetik esaslar vardır. Mimarlıkta ise sütuna, kemere ya da gül pencereye anlamı sonradan verilmiştir. Seslerde bu anlatım daha güçlüdür.

J. F. Blondel' in "Mimarlık yazın (edebiyat) gibidir; süslü kelimelerle yüceltilmeye çabalanan büyük bir fikir, yalnızca hafifletildiğinden dolayı, basit stiller abartılmış süslü stillere göre daha iyidir." sözleri aynı analojinin bir mimar tarafından ilk kullanımı gibi görünmektedir. Başka yerlerdeki konferanslarında: "Mimarlık şiir sanatı gibidir; sadece süs için olan bütün süsler ölçüden aşırıdır. Mimarlıkta, proporsiyonların güzelliği ve kendi eski biçiminden kaynaklı düzenleme seçimi yeter derecededir." demiştir. 

Nasıl ki yapı ve vernaküler dil arasında analojik karşılaştırma mevcut ise; mimarlık ve şiir sanatı arasındaki bu kıyaslama da şüphesiz kaçınılmazdı. Her ikisi de mimarlık ve yapı arasındaki farkı açıklamak için kullanılmıştır. 

Saarinen’e (1967) göre; “Bizden önce yaşayanlar düşüncelerini, duygularını, isteklerini sessiz bir lisan, biçim ile anlatmışlardır”. Saarinen’in burada ortaya koyduğu biçim-dil benzetmesi çok eski zamanlardan beri söz konusudur. Günümüzde ise, biçimin ve onun ifadesinin dilin yapısal ve anlamsal karakteri temel alınarak açıklanmaya ve çözümlenmeye çalışılması yaygın ve yoğun bir tartışma alanı içindedir. 

Böyle bir tartışmanın geçerliliği, mimarlığın ve diğer dilbilim dışı sistemlerin dil ile olan ortaklıklarına indirgenebilen anlamlı parçaların kapsamına dayanır (Colquhoun, 1981) ve bu kuramsal yaklaşım çeşitli görüşlerde şöyle temellendirilir: Croce’a göre, “Dil felsefesi ile sanat felsefesi aynı şeydir, biçim ve ifade tek bütündür. Estetik sezgilerin ve aynı zamanda ifadelerin bilimidir. Dil bilimi estetikle birleşmektedir, çünkü dil ifadedir” (Yetkin, 1972); Lagner’a göre, “Mimarlık kelimeler dışında iletişim ve anlatımın temel biçimidir” (Alp, 1979); Alp’e (1979) göre, “Mimarlığı bir simge olarak ortaya koyan görüş dil ve mimarlık arasındaki bir benzerliği de ortaya koyar; Smith’e (1987) göre, “Mimarlık mesajlar taşır, o dil gibi bir ifade aracıdır”; Özek’e (1980) göre, “Toplumsal yaşam bir imler alışverişidir, simgelerin okunmasıdır, geniş anlamıyla dildir”; Yücel’e (1981) göre, “Mimarlığın dilsel benzetmeye başvurması için yalnızca ‘dil’ sözcüğünü kullanması gerekmez. Birçok sanatsal anlatım gibi mimarlığın ‘anlatımı’ çoğu kez dilsel içerikli başka kavramlara başvurularak açıklanmıştır. ‘Anlatım’ sözcüğünün kendisi böyle bir içeriğe sahip değilmidir?”. Bu görüşlerden çıkan ortak sonuç, mimarinin dil gibi bir iletişim ve ifade aracı olarak kabul edildiğidir.