Peter Collins’e Göre Analoji Sınıflaması

 

Peter Collins “Changing Ideals in Modern Architecture” adlı kitabında Mimarlıktaki Analojileri 4 sınıfa ayırmıştır (Colins, 1965).

 

1- Biyolojik Analojiler   2- Mekanik Analojiler   3- Gastronomik Analojiler   4- Linguistik Analojiler

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

   
       
       
       
     

3. Gastronomik Analojiler

               

Gastronomi ile mimari arasındaki benzerlik şaşırtıcıdır; yemek bilgisi ve estetiğinin de kuralları var çünkü: 'Gastro' ve 'nomos'.... Gastronomi, sözlükte “zevk ve iyi yemeklere düşkünlük” anlamına gelmektedir. 

Gastronomik Analojilerin esası, "mimari nasıl bir tat ve lezzettir" düşüncesine dayalıdır. “İyi bir mimar, üstün zevk ve yaratıcılığa sahip olandır” görüşü hakimdir. 

James Fergusson 1862' de, Chatham'da Askeri Mühendislik Okulu' nda konferans verirken, bir kulübenin bir tapınağa dönüştüğünü çizimlerle göstermiştir. Aslında bütün tapınakların plan bazında bir barınaktan farklı olmadığını, tapınağı tapınak yapanın bir üslup tarzı, bir süsleme yeteneği olduğunu ortaya çıkartmıştır. 

Fergusson, "Mimarlıktaki doğru tasarım ilkelerini elde etmek için Vitruvius' dan bu güne kadar yazılmış mimarlık tarihi kitaplarını okumak yerine, iyi bir aşçı elinden kaleme alınmış yemek kitaplarını okumak daha iyidir” demiştir.  

Addison (1711), eğer ağız tadı ile zihinsel tad arasında bir benzerlik olmasaydı çok çeşitli dünya dillerinde bu analojinin geçerli olmayacağını belirtmiştir. 

Sanatta ve mimaride yollar, yöntemler araştırma çabalarının yoğun olduğu 1750 yıllarında dünya aydınlanma çağına doğru adım atmaya başlamıştır. Bu dönemlerde 1800’lü yıllarda da mimarlık sanatında Gastronomi “lezzet, tad” sözcüğü ortaya çıkmış ve Fransız Akademisi’nde “Üstün lezzet nedir?” tartışmaları başlamıştır. 17. ve 18. Yüzyıllarda bu tartışmalar sürerken, bir eserin insan üzerinde haz verici, memnun edici tarafları aranmıştır. 

Bu tartışmaların çıkmaza girdiği sırada Benedetto Croce, sanatçının yaratıcı zevkinin olduğu görüşünü ortaya atmış ve pasif zevk (halkın zevki) unutulmuştur. Bundan sonra sorun aşçının omleti beğendirmesi değil, yumurtayı nasıl kırdığı, yağı nasıl kızdırdığının ön plana çıkması olmuştur.

Mimarlıkta, bir üründen nasıl bir tad, nasıl bir lezzet alınacağı, bir ürünün insan üzerindeki olumlu ve haz verici etkilerinin neler olduğu üzerine yapılan tartışmalar aynı zamanda  “estetiğin” de konuları arasındadır. 

Burada ‘estetik haz’ ve ‘estetik hoşlanma’ kavramlarına değinmek gerekir. “Her estetik tavırla yaklaştığımız obje bizde bir hoşlanma, ya da estetik bir haz doğurur. Sözgelişi, güzel bulduğumuz bir doğa parçası, okuduğumuz bir şiir, dinlediğimiz bir müzik yapıtı... gibi”. 

Duyusal hoşlanmalar tüm belirli bir uyarıcının varlığına bağlı olup, o uyarıcı var olduğu sürece sürer, uyarıcı ortadan kaybolunca duyusal hoşlanma da ortadan kalkar. Buna karşılık estetik haz, örneğin dinlediğimiz müzik bitse de sürer. Seyrettiğimiz bir oyunun, dinlediğimiz bir müziğin günlerce etkisi altında kalmamız bu olayı doğrular. 

Croce’ ye göre: “Estetik zevk sanılan pek çok şey aslında, salt estetik bir zevk değil, tersine karmaşık bir zevktir. Örneğin; yorucu bir çalışma ile geçirilmiş bir günün akşamında bir komedi görmek için tiyatroya giden bir insanda; dinlenmenin, gerçeklikten kopmanın ya da sıkıntıdan kurtulma ile duyulan gülmenin verdiği zevk, komedya şairinin veya oyuncuların sanatından duyulan hakiki estetik zevk elemanlarıyla birleşmiştir... Tüm bunlar bir sanat yapıtı karşısında alınması gereken bir tavır ile ilgili bir niteliği de göstermektedir. Bu tavır ise Croce’nin deyimiyle; “Salt estetik bir tavır” olmalıdır; yani estetik dışı bütün elemanlardan arınmış bir tavır olmalıdır.  

Bu bağlamda “estetik tavır ne demektir?” sorusu akla gelmektedir. Tunalı’ya göre estetik tavır: “Sadece haz duymak için takınılan tavır ya da bir obje karşısında hiçbir soru sormadan yalnız ondan hoşlanma yani haz duymadır. Öte yandan estetik haz; “Estetik bir hazla yaklaşılan objenin kişide bir hoşlanma ya da estetik haz doğurmasıdır”. 

Estetik haz duyularla başlayıp, duylarla bitmez. Duyu alanını aşan estetik haz, duyusal hoşlanmadan kesin çizgilerle ayrılır. Bu ayırıcı özellikleri estetik tarihinde ilk ve en açık biçimde belirleyen Kant olmuştur. Kant bu özelliği çıkar-ilgi kavramında bulur. O’na göre duyusal hoşlanma, çıkar ve ilgilere bağlı bir hoşlanmadır, bu duyguyu dünyanın o an içinde bulunduğu ruhsal duruma bağlıdır. Buna karşılık estetik haz, tüm ilgi ve çıkarlardan bağımsızdır. Çünkü estetik haz, yalın bir duyusal uyarıma değil, tersine bilgi yetilerimiz olan duyarlılık ile zihin arasındaki uyuma ve özgür oyuna dayanır. Bu uyum, subjektif olmakla  birlikte, kişisel insandan insana değişen bir olay olmayıp, bütün insanlar için geçerliliği olan, genel bir fenomendir. Bundan ötürü, böyle genel bir duyarlılık zihin arasındaki uyuma dayanan estetik hazda aynı şekilde genel olacaktır. 

Kısaca özetlemek gerekirse; Bir ürünün (nesnenin), kişi (süje) üzerinde nasıl bir haz, nasıl bir tat, lezzet ya da bir zevk etkisi yarattığına ilişkin açıklamalar sonucunda ulaşılan “Estetik zevk, estetik tavır, estetik duygu” gibi bazı kavramlar ile bu kavramların dışında tutulan “duyusal hoşlanma, gerçek hayat duyguları” gibi kavramlar, estetiğin ilgi alanına giren mimarlık olgusuna da açıklamaya yöneliktirler.

   
       
       
       
  40    
       
       
       
       
       
       
       
       
       
       
       
       
       
       
       
       
       
       
       
  20